Çarşamba

no man's land

Seçtiklerimiz bizi yansıtır ya da yansıyanları seçiveririz. İki uçlu ballı değneğin ortasından tutsan adını direk olarak yancı koyuverirler, seçim dediğimiz şey de hangi ucu tutup parmağına bal çalınacağıdır. Kıyafet seçimi; günlük ahlaki konforun yansıtılması dışında, insanın kafasının dibindeki düşünceleri de yansıtır mı sorusu modayı ortaya çıkarmıştır. Moda bir nevi taraf tutmaya benzer ve her taraf tutma bizi diğerlerini elemeye iter. Hiç bir zaman hepsini seçemeyiz, en çok eşlimiz bile aslında tek eşlidir. Sahip olmanın getirdiği hafiflemenin haklı veya haksız gururuna denk düşer seçimlerimiz. Seçtiklerimiz ne kadar kötü olursa olsun onları kendimizce makul nedenlerden dolayı en üste çıkartırız. Seçimimizin yenmesi durumu tartışma dışıdır ancak yenilgide bile seçtiğimizi onore etme geleneği bizi çırpınırken boğulan akbabalara dönüştürür. Boğulan bir akbabayı bile; ''Baksana adam hala uğraşıyor, takdir ettim'' diye destekleyen akbaba sevenler de yok değildir. İnsan dediğimiz yerden yere vurulmayı hak eden, hatta onunla da kalmayıp yerin dibine sokulası musibet, tembeldir en nihayetinde. En büyük çabası ve eylemi batarken debellenmektir. bu da bir çeşit tembelliğe işaret eder. Maksimum yapabileceği kusmaktır. Üretim dediğimiz şeyi de tüketimle ilişkilendirip anlamsızlaştırır. Hatta kutsal sayılan sanatta bile durum bunun tersi değildir. Çıplaklığı, ilkellikten koparıp cinselliğin içine sokma faşistliğini bile göstermiştir sanat. Yaptığı her eylemiyse toplum yararına yaptığını kabul edip; kabul ettiklerinin yanında, etmediklerinin karşısında durarak geliştirmiştir. Ahlak denilen dipsiz kuyuya atılan taşlar en dipte bulunan estetiği delik deşik etmiştir hala kimse farkına varmaz olayın. Yozlaşmışlığın temeli ahlak mıdır ahlaksızlık mıdır buna hala kimse net bir cevap veremez. 

Seçimlerimiz bizi oluşturmaz. onlar sadece dışarıya bizim hakkımızda fikirler verir, o fikirler de enine boyuna düşünülüp bulunmuş değildir kısa bir değerlendirme yapmamıza, dolayısıyla ona yakınlaşmamıza ya da ondan uzaklaşmamıza neden olur, ve yapılan seçimlerin hepsi  anlık sıçramalardır. Bir çoğu yanlıştır ama atalarımız bir çok şeyin iyisini bildiklerinden kalan sağlar bizimdir teması adı altında işler yürür. 
 Bizi rahatsız eden şeyler zaman içerisinde kabul edilebilir bir hal alır. Kendimizi fazlalık hissettiğimiz zamanlarda onlardan tekrar rahatsız oluruz, o rahatsızlıklar da çeşitli eylemlere dönüşür. İlgi duyduklarımız da o eylemlerimizi belirler
Sanatta ya da yeni keşiflerde durum böyledir. Makineler bu durumdan dolayı yapılmıştır, insan hayatını kolaylaştırmalarını umursamaz kimse ya da mimari amaç konfor değildir içteki huzursuz patlamayı dönüştürmektir. Bence berberler dünyanın en yaratıcı insanlarıdır, bu kadar yaratıcı olma uğraşı anarşiyi beraberinde getirir, kuralları tanımazlar ve asla boyun eğmezler. Bir berberde asla istediğiniz saç traşını olamazsınız, olduğunuzu zannettiğiniz model berberin anarşist yansımasından ibarettir. Buda'nın dediği gibi ''Ben sadece iyiliğin ve aydınlanmanın yansımasıyım ama kendi aydınlanmamı sana aktaramam.'' berberlerin Buda'dan tek farkıysa traş sırasında kolunuza değdirmeleridir. Ondan vazgeçtikleri an dünyanın orta yerinden başlayan bir beyaz ışıla evren bir anda yok oluverecektir sanki. Ve hala savaş karışıtı Fransızların De Gaulle'yi neden sevdiğini bir türlü anlayamam. (Berberlerin kültürel değdirmesinden kaynaklı olabilir).

İnsanların hepsini birden değiştirmeye çalışmak da benim faşistliğimden kaynaklanıyor olsa gerek. Halbuki bırakalım kimse değişmesin, hem nedir ki bizdeki değişim aşkı(manyaklığı) her değişen iyiye dönüşecek diye bir kaide yoktur ki, reform ve rönesans da Michelangelo'nun incir yapraklı heykellerinden farklı bir şey değildir. Biz toplum olarak ölülerimizi gömeriz, yerin altı görünmeyene; gökyüzü bilinmezliğe işarettir. Bilinmezliktense gözden uzak tutmayı tercih ederiz. Bu yüzden sansürü severiz. Biz her şeyi sikip atmayı özgürlük sanırız. Tüm güzellikleri bayağılaştırırız; bu yüzden de sansüre karşıyızdır. Sanki sansür dediğimiz şeyler onları düzeltecekmiş gibi de sansüre ya da sansürsüzlüğe halatlarla kendimizi asarız. bu da toplu intiharın modern versiyonudur.  Nekrofiliyiz alayımız ve arayışımız az soğumuşunu bulmak üzerine.
Yüzelim; soğuk ya da karanlık fark etmez. suyun üstünde kalalım yeter. İnsanın olmadığı ve böyle yazıların yazılmadığı yerlerde.

1 yorum:

  1. İlk cümlen olasılıklar arasından sadece iki tanesi sanırım(: Bazen başkaları değneği bizim yerimize tutabilir, balı istemesek de parmağımıza çalabilirler. Ben bir çoğumuzun aksine özgür seçimlere pek inanmıyorum. En azından "özgür seçim" in kendi zihnimdeki yansıması açısından.

    İnsanlara yönelttiğin eleştirilere gelecek olursam güçlü bir desteği hak ediyorsun. Buradan hareketle gelinen nokta ise insan denilen mahlukatı pek sevmeme hissiyatı.

    İnsanların seçimlerine bakmak, kısa bir değerlendirme yapmak ve ardından yakınlaştırmak yada uzaklaştırmak... İnsanlığın problemlerinden bir tanesi de bu, yüzeysel bakış açıları, derine inmeme veya inememe durumu. Halbuki ruhumuzun dizginlerini bırakabilsek yada böyle bir şeyin varlığının farkına varabilsek...

    Bırakalım değişsin her şey kendiliğinden, su akar yolunu bulur.Ama devir o devir değil suyun hangi yola gireceğine karar veren o kadar çok etken var ki. Bu etkenlerden biri olunca kendini faşist olarak tanımlamamalısın(: Kapısı açık bulunan her zihne bir tohum atılmalı. Kişi kendi harmonisini yaratamazsa en azından çeşitlilik olur.

    Beden gerçek sıcaklığını kaybettiğinde, metafizik öldüğünde fiziğinde bir anlamı kalmaz, kalmamalı... Genellemen can acıtıcı.

    Yüzelim bir gün boğulacağımız sularda.Suyun içinde kaldığımız sürece belki gerçekten farketmeyecektir nasıl olduğu ama hangi sularda yüzüyorsak o sulara gömüleceğiz.

    Sürçi lisan ettiysem affola. Yazılarının devamını merakla bekliyorum(:

    YanıtlaSil